SorgulaMA!


Hayır! Kendimi kandırmıyorum... Unuttum diyosam unutmuşumdur. Hala rüyalarımda görmem bir anlama gelmek zorunda değil, sorgulama beni artık, yoruldum. Rüyalarımda bile yüzüme bakmıyorsa ve “rüyamda” bu duruma kahroluyorsam, hala eski ve kötü anılar rüyalarımda canlı canlı karşımda duruyorsa bu da bi anlama gelmiyor.
Tamam ona ait eşyalara anlam yüklememek için hala hayatımdalar yada yakınlarıma hediye ettim, ve gerçekten benim için bir anlam ifade etmiyorlar. Görünce onu hatırladığım herhangi birşey olsun istemiyorum hayatımda ama ona ait olanları da yakıp, atıp bu durumu gurur meselesi yapmayacağım. Aksine tam da karşımda durmalı herşey taa ki hayatımdaki diğer eşyalardan bir farkı, anlamı olmayana kadar, başardım da aslında, ama ne diye bu rüyaları görüyorum, niye bitti, unuttum dediğim herşey sırayla karşıma çıkıyor? Son kırıntılarını mı temizliyorum bilinç altımın yoksa daha yeni mi başladı temizlik? Niye eskisi gibi olmaktan korkuyorum bittiyse herşey? Kendimi mi kandırıyorum? Sorgulamak mı yoruyor zihnimi? Neden ve niye diye soruyor muyum hala bana? Birşeyleri hala kafamda doğru yerlere oturtamadığımın farkındayım. Aniden olanlara çok sinirleniyorum ve küfür ediyorum. Ama bazen de neden, buna mı değiyordu sorgulamaktan kurtulamıyorum... Bazı zamanlar duvarlara boş boş bakmak isterdim sanırım o zamanlara doğru ilerliyorum. Tanımadığım insanlara herşeyi kusup içimdeki, rahatlamak mı istiyorum karşılığında hiçbir yorum beklemeden? Rahatlayacak mıyım o zaman? Sert ve kalın duvarlarlardan ördüğüm mahzenimde ne kadar da mutluydum son bir yıldır, hani hiç birşeyi takmıyordum artık, o zaman niye bu rüyalar? Niye hala rüyalarımda bile gidip bağırıp çağırıp sen yoksun anlıyor musun diye bağıramıyorum suratına, neyi ve niye var olmayan bir ortamda bile gurur meselesi yapıyorum?
Sanırım 1. Perde kapandı, 2. Perde açılıyor hayatımda, gerçeklerle yüzleşme dönemi zihnimin, kaçtığım, yüzleşemediğim herşeyin karşısında yıkılmadan durmak yada duramamak vakti...

Başlasın 2. Perde, bakalım oyun neleri getirecek, neleri götürecek, mutlu yada mutsuz diye sınıflandırılır mı tüm sonlar? Ucu açık bitse ne olur herzamanki gibi?

Evropa Seyahat'im :)

Merhaba,

Çok uzun zamandır yazamıyorum buraya, şu anda da uzun uzun yazamayacağım ama daha sonra siz anlatacağım kısa minik Evropa Seyahatim'in fotolarını koymak istedim buraya...

Kısaca, çook uzun zamandır yazmadığım için gelişmeleri atlamışım hayatımda, Bestecan ani bir kararlar Erasmus için almanya Freiburg'a gitti e ben duru muyum? Ben de yıllık iznimi kullanmak için 10 günlüğüne gittim yanına... 31 Ekim-8 Kasım 2009 arası onun yanındaydım, müthiş bir tatil oldu benim için çook eğlendim... Bestecan 1 Ekim'den beri orada 3 ayı kaldı şimdilik...

Freiburg Almanya'nin güney-batısında, İsviçre sınırında küçük ve müthiş bir öğrenci şehri..



İçinden minik minik kanallar geçiyor ve bir efsaneye göre bu kanallara yanlışlıkla düşülürse Freiburg'lu biri ile evleniosun.. :) Çok denedim ama düşemedim bir türlü.. :)




Freiburg'da ilk 3 günümüzü geçirdik, sonrada minik bir Opel Corsa kiralayarak Paris'e doğru yol aldık ama tam Türk aklıyla çıktık yola, ne bir navigator'ımız ne de doğru dürüst bi haritamız vardı, düz mantık tabelaları takip ede ede gideriz dedik ama o iş o kadar da kolay değilmiş.. :)



Önce yaklaşık 2 saat kadar Freiburg'dan çıkamadık, çevreyoluna girmek yerine ara yollara girmişiz yanlış tabela takibinden, Fransa sınırında bir dağ Alman köyünde bulduk kendimizi aslında iyi ki bulmuşuz, Heidi'nin köyü gibiydi, ama bölünerek çoğalan biz Türkler bu dağ köyüne bile bir dönerci açmışlar, o dönerciyi bulana kadar bir kaç Alman'a soralım dedik yolu ancak ne onlar İngilizce ne de biz Almanca biliyorduk, vücut dili de bi yere kadar olduğundan iyice kaybolduk, neyseki dönerci amcayı gördük, o bizi görünce çok şaşırdı, hele de Almanya'da yaşamadığımızı, Ankara'dan geldiğimizi ve araba tutarak oraya geldiğimizi duyunca bize deliymişiz gibi baktı, bir de tüm bunların üstüne biz adama 'Paris'e nasıl gidebiliriz?' diye sorunca gülmeye başladı, ama neyseki ilk şoku atlattıktan sonra sağ sol diye bize doğru rotayı gösterdi.. :)



Paris'e kadar tabela takip ederek gittik hatta yolda Metz'e bile uğradık orada da gezdik ama yolculuk boyunca iki şey bizi çok şaşırttı.. 1.si benzin almak, 2.si otoban paraları.. :) Benzin almak bi enteresan kendin gidiosun pompayı alıosun ve arabaya benzini koyuyorsun, hiç bir kamera sistemi yok yani benzini alıp gitsen kimse bişey demiyecek sanki, benzini aldıktan sonrada gidip parayı ödüyosun, ilk benzini Fransa'da aldığımız için ve Fransızlar İngilizce bilmek konusunda Almanlar'dan beter olduğu için sistemi anlamakta baya zorlandık, adama benzin almak istiyoruz diyoruz kullanabildiğimiz Fransızcayla ki o da Tarzancadan öteye gitmiyor, adam da e gidin alın diyor, o da bizimm buna şaşırdığımıza şaşırıyor, neyse bi şekil anladık sistemi ve alabildik benzini... :)

Otoban parasına gelince, farkettik ki yolculuğun sonunda benzinden çok otoban parası vermişiz adamlar her 60 km de bir bizden para aldılar, resmen göçtük.. :)



Metz'de gezdikten ve yemek yedikten sonra sonunda Paris il(!) sınırına girmiştik.. :) Paris çevre yoluna girdik veee Paris çevre yolunda yaklaşık 3 saat dolaştık ve bir türlü Paris'e giremedik. :) Arkadaşımda kalacaktık o gece ve gece 11'de onlarda olmaı planlıyordm ve onların evine vardığımızda yaklaşık sabah 4'tü ve son 3 saati Paris çevresinde geçirmiştik. En son Paris içinde de kaybolunca arkadaşım nehri bulun ve nehrin akış yönünün tersine doğru ilerleyin diye, Kızılderililere has bir yol tarifi yaptı ve işin ilginç tarafı o şekilde evlerini bulduk. Tabi evlerinin sokağının isminin müthiş Fransızca telaffuzu adresi bulmamızı zorlaştıran etkenlerdendi..:)

Neyse ki sabah 4'te de olsa eve vardık, biraz bişeyler içip uyuduk ve sabah 9'da bir sandviç yiyip kendimiz attık Paris sokaklarına, bu sefer elimizde Paris metro haritası ve şehir haritası vardı neyseki, yaklaşık 10 saatte kompakt bir Paris turu yaptık, arkadaşlarımızın Paris'e gitti şuraları gördük demezsek dövecekleri heryere gittik.. Louvre, Eifell, Champs Ellyse, Notre Dame.... Detaylı gezemesek de hepsine gittik ve bol bol foto çektik.. :)




Daha sonrasını sonra anlatıcam...

Gerçekten Enteresan Durumlar.... :)

Abimin doğacak bebeği için doğumhanenin kapısının önünde dokuz doğurmamız...
Ardından mutlu haberin gelmesi...
Annemlerin bıdığı beklerken, benim doğum kağıtlarını alıp aşağıya işlem yaptırmaya inmem...
O sırada annemin anlatmasına göre doğumhaneden çıkan elinde minik bir bebek olan hemşirenin benim adımı ve soyadımı bağırması ve yakınlarını sorması...
Annemin "O benim kızım, işlem yaptırmaya aşağıya indi!" demesi...
Hemşirenin anneme garip garip bakması...
Elimdeki sizin kızınız olamaz heralde demesi...
O sırada başka bir kadının annemi hafif.e iterek o bizim kızımız demesi ve sana ne oluyo hanım bakışı atması...
Ve annemin hemşirenin elindeki bebeğin benim adım ve soyadıma sahip olduğunu anlaması...
Gözlerinin dolması...
Dumurlara gelmesi...
Hepimizin dumurlara gelmesi.. :)
Bu enteresan bi durum değil de ne afedersiniz? :)

Hayatımın anlamı hoşgeldin....

İnsan öyle bir canlıymış ki,
Öncelikleri çabucak değişirmiş,
"Şu sıralar beni hiçbirşey mutlu etmiyor..." derken,
Aklına gelmeyen şeyler başına gelebilirmiş...
Hayatıma sıcak bir Temmuz günü girdin,
Bir anda tek önceliğim sen oldun,
Her an seni düşünür oldum,
"Acaba şu an ağlıyor mu?"
"Acaba gazını çıkarabildi mi?"
Kilometrelerce uzakta olsan da kokunu burnumda hisseder oldum...
Aşk gibi bir şeymiş bu...
Resmini görünce bile gözüm dolar oldu...
Yumuk gözlerini gördükçe içim eriyor..
Şu hayatta hiçbirşeyi seni sevdiğim kadar sevemem gibi geliyor,
Sevemem de zaten, seni sevdiğim gibi kimseyi sevemem,
Ben seni bu kadar çok seversem peki, kendi yavrumu nasıl severim?
Annemi çok iyi anlar oldum dünden itibaren,

Adın gibi güzel olsun tüm yaşamın,
En önemlisi hep mutlu ol...
Toprak, ört bütün acıların, dertlerin, üzüntülerin üstünü,
Teker teker yeşert bizi,
Toprak, adın gibi bilge ol,
Sarıp, sarmala bizi,
Eren, anlam kat hayatımıza,
Sorularımıza cevap ol,
Aklımız fikrimiz ol,
Sorgulat bize hayatı, bizi, kendimizi,

Hoşgeldin yaşam kaynağım,
Toprak'ım,
Eren'im,
Minik Japon Balığı'm,
Her zaman hayata geldiğin ilk gün ki gibi,
Işık saç hayatımıza, mutlu ol, mutlu et bizi,
Üzüntü, dert, hastalık olmasın yaşamında,
Hep bizimle ol, yanımızda, yamacımızda ol,
Bir gülücüğünle dünyaları bize ver,
Öyle bir yaşam yaşa ki,
Umut ol bize,
Geleceğe,

Böyle bir halan olmasına rağmen sev onu hep... :)
O hep seni sevecek...

Hayatımın anlamı hoşgeldin,
Nazım'ın dediği gibi: "Yaşama sırası sende!..."

Halan

Toprak Eren dooğduuu! :)


Bitanecik yeğenim Toprak Eren dün yani 15.07.2009 saat 13.55 itibariyle annesine verilen tüm sunni sancıların kar etmemesi sonucu sezeryanla dünyaya geldi.. Kendisi Toprak değil toparlak Eren şeklinde dünyaya geldi.. Çok şükür ki annesinin de kendisinin de durumu çok iyi...


Toprak Eren annemin deyimiyle son samuray tam bir çekik gözlü tosbaaa... Ben japon maymunu dediğim için annem ve abim kızıyo ama naapiiim hem maymuna hem de capona benziyo.. :) Ya onu çok seveceğimi düşünüyodum ancak bu kadar çok seveceğimi tahmin etmiyodum.. Onu orada bırakıp işim için tekrar buraya geldim ama kokusu hala burnumda, telefonumdaki resmine baktıkça içim eriyo.. :)


Bi daha onu 1 ay sonra görebilicem ve su an bu beni gerçekten çoook üzüyo..


O halasının bitanesi, minik tostosu, şekeri, herşeyi... :)


Allah anneli babalı büyütsün mutlu , sağlıklı ve huzurlu uzun ömürler versin inşallah...


Hoşgeldin Eren Bebek, yaşama sırası sende, tabii bizimle birlikte... :)


Allah benim ömrümden alıp sana versin, yokluğunu, hastalığını göstermesin minik caponum, tostosum benim.. :)


Yılmaz Erdoğan'ın kızına yazdığı şiirin revize edilmiş daha doğrusu uyarlanmış hali... :)



Erenim,
içimin güler yüzü,
yaşanılası iklimim hoşgeldin.



bir Temmuz'da sızıverdin işte
ömrümüzün en gevrek zamanı...
çıt diyor kırılıyoruz,
öfke kadar saydamız o zamanlar
ve kırılgan
bıçak kadar!

oğlum demeyi öğrettiğin için
o tanrısal kokun
ve gülüşündeki halan için

ki hala zilleri çalıp kaçmak istiyorduk
yarım yamalak aşk kırıntıları
tabakta bırakılmış, yazık atılacak bir sevda
haritası,
hatta el değmemiş delilikler istiyorduk...
çocuktuk daha
büyümeye direniyorduk,
iş toplantılarında lolipop zamanlar düşlüyorduk

ama sızıverdin işte...
bir avuç yeşil gevrek rokaydık,
mayışmamıza bir limon yetecekti...
biz garsonu bekliyorduk,
sen çıkageldin...

hoşgeldin Erenim...
oğlum olgunluğum...
bilmiyorduk daha,

objektiflerin objektif olmadığını,
ikimize yeter sanıyorduk ikimizin toplamı,
meğer doyurmak çok zormuş
içimizdeki hayvanı...

habersiz geldin, kusura bakma
ortalık biraz dağınıktı...
şimdi hemen toparlarız sanıyorduk,
olmamıştık daha...

işin zor oğlum,
hem büyüyecek
hem bizi büyüteceksin...
halan mı var, derdin var oğlum... :)
hoşgeldin oğlum,
içimin gülen yüzü, hoşgeldin...


Gamze ft. Yılmaz Erdoğan.. :)

Toprak Eren Geliyooooooor! :)




Selam,




Haftasonlarım ve haftaiçim çoook yoğun olduğundan yazmaya sürekli vakit ayıramıyorum ama "inşallah" bugün doğacak yeğenim "Toprak Eren"in hatırına yazıyorum şimdi... Anne şimdi doğum odasında suni sancı vermeye başlamışlar, onlarla ayrı şehirlerde yaşadığımız için benim de kulağım telefonda, doğuyor dedikleri anda atlayıp gideceğim yanlarına.


Ben bebişin isminin EREN olacağını biliyordum ama abimler son bir kararla çift isimli olmasına karar vermişler ve ismi "Toprak Eren" olacak... 4,5 kilo civarı doğacağı için ben Toparlak Eren demeyi yeğliyorum şimdilik.. :)




Yine dayanamadım ona bişeyler aldım, fotoları yukarıda,,,




Odasının kapısına Eren'in yanına asmak için Toprak harfleri ve süper minik ve şirin bir çift spor?! :) ayakkabı... :)




Doğar doğmaz buradan ilan edicem ve resimlerini ekleyeceğim...




Şimdi kulağım telefonda beklemeye devam edicem... :) Ne zor şeymiş yahuuu.. :)




KAzasız gelir inşallah dünyaya..




Görüşmek üzere....

Hasret


Hasret

Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli,

belini sarmayalı,

gözünün içinde durmayalı,

aklının aydınlığına sorular sormayalı,

dokunmayalı sıcaklığına karnının.



Yüz yıldır bekler beni

bir şehirde bir kadın.



Aynı daldaydık, aynı daldaydık.

Aynı daldan düşüp ayrıldık.

Aramızda yüz yıllık zaman,

yol yüz yıllık.



Yüz yıldır alacakaranlıkta

koşuyorum ardından.

06.07.1959

Nazım Hikmet

Çok sevdim bunu, "dokunmayalı sıcaklığına karnının" hasret başka nasıl bu kadar güzel anlatılır ki?